21 Mart 2017 Salı

Tayfun Talipoğlu

Her ölüm erken ,her ölüm büyük acı...Eserleri ile yaşaması dileklerimle ,saygılar...
ÖZELEŞTİRİ
Gül derlemeyi bilmezdi bizim çocukluğumuz 
Türkülerde dinlediği kadarıyla tanıdı pembeyi
Adam gibi sevmeyi
Sevdiği için ölmeyi duyduysa
Bir kaç masaldan
Hepsi o...
Bastığımız kaldırım taşı
Dipsiz bir karanlıktı
Slogan gibi çıkardı postallarımızın gıcırtısı
Sevdalanmak ayıptı
Vakit yoktu anasını satayım
Öyle bellemiştik
Yüreğimizden inanmasakta
Bütün kızlar bizim bacımızdı
Hesap soracak vurguncudan
Tefeciden
İntikam alacaktık işbirlikçiden
Kim ne derse desin değişecekti bu düzen
Bu uğurda girmediysen kavgaya
Adam sayılmazdın
Ne mahallende ne okulda
Aç kalmak en kalitesizini içmek cigaranın
Racondandı
Arta kalan yaşamın
Burjuva özentisi
Yumruklaşmış ellerimizde
Tırnaklarımız avcumuzu parçalarken
Güneşi zap edeceğiz,
Güneşin zaptı yakın' derken,
Kollarımız ne kadar gergin
Yüreğimiz ne kadar büyüktü
Sonra biz büyüdük
Büyüdükçe yüreğimizi küçülttük
'Yaşamın farkına varın'dediler
Bizim yerimize düşünenler
Öyle uygun gördüler
Acemi olduğumuzdan
Bu kirli dünyada
Kimimiz yitip gittik
Çarpık sevdalarda
Para kazanmanın erdeminden söz eder olduk
Kaybettiğimize inandığımız günleri yakalamak için olsa gerek
Emekle terleyeceğini düşlediğimiz ellerimize
Tutuşturulan
Yeşil yada kırmızı kağıtlarla yetindik
Ve anladık ki sevgilim
Biz birbirimizi hiç sevmemişiz
Ortasını çoktan geçtik şimdi ömrün
Bir parça şiir bir parça türkü
Nasırlaşmış yüreklerimizi açabilecekmi
Belki yanlıştı
Belki göremiyorduk olmazı
Ama doğru olan bir şey vardı
Sonuna kadar insandı yüreğimiz
Zulme direnecek kadar delikanlı
Bastığımız yeri titretecek kadar karalı
Ve kendimiz dışında herkese insaflı
Hangimiz özlemiyoruz şimdi o yoksul kaldırımları
Olmadı
Olmadı biliyorumda
Bu intikam bizi çoktan aşmadımı
İşte yeniden başladık
Üstelik savaştıklarımızı tanıdık
Şimdi ayrı gibi dursakta
Ayrı ayrı yollarda
Biliyorum dostlar
Gönlümüz hala aynı kulvarda
Tayfun Talipoğlu
******************************************************
Beni her ölüm etkiler.
Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere...
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere,
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm... 
Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması, ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli, yapılmalı.
Seviyorsanız, sevdiğinizi bugün söyleyin.
Sevdanızı bugün yaşayın.
İşinizde yapılacak ne varsa
Bir an önce yapın.
Yarın çok geç olabilir...
Bir anda bitebilir her şey.
Yaşamak için acele edin bence.
Kısa yaşanmışlıklar,
Yaşanmamışlıklardan daha iyidir.
Geriye dönüp baktığınızda "keşke"ler
Çoğunlukta olmasın.
Uzun vadeli hedefler için bile
Bugünden harekete geçmeli.
Yarınlar çok uzakta olabilir.
Daha okulda başlamıyor muyuz
Ertelemeye yaşamı?
Hep yarına yatırım, bu günü sonra
Yaşamacasına...
"İşe gireyim, sonra..."
"Evleneyim, sonra..."
"Çocuklar büyüsün, sonra..."
"Emekli olayım, sonra..."
Sonra...
Sonra...
Sonra...
Bu sürecin başında, ortasında,
Yaşam her an sona erebilir.
Sonrası olmayabilir.
Fedakârlıklar güzel ama unutmayalım:
Herkes kendi hayatını yaşar...
Ertelenen
sevdaların
bedelini
ödemiyor yaşam.
Tayfun Talipoğlu

8 Mart 2017 Çarşamba

Görkemli bir gerçek: Mualla Eyuboğlu





Çok sevdiğim ,örnek aldığım güzel kadın ;saygı ile anıyorum.



Görkemli bir gerçek: Mualla Eyuboğlu
Tuba ÇANDAR
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının ilginç bir temsilcisidir. Trabzonlu Eyuboğlu ailesinin tek kızları; ressam Bedri Rahmi ile şair Sabahattin Eyuboğlu’nun kızkardeşleridir. Kendisini onlarla tanımlamaktan gocunmaz, ünlü olmamayı önemsemezdi.
Oysa Türkiye’nin ilk kadın mimarlarındandır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra, ‘Köy Enstitüleri’ denilen eğitim seferberliğine katılmıştır. Bir Anadolu âşığıdır o. Gidilecek yere tren yoksa katır vardır mutlaka. Yün şalvarı ve postallarıyla yirmiden fazla Köy Enstitüsü’nün kuruluşunda çalışır.
Zehirli sıtma yüzünden babasının zoruyla İstanbul’a dönünce akademiye asistan girer. Ama sıkılıp kaçar, hafriyat mimarı olarak Efes ve Yazılıkaya kazılarına katılır.
Sonunda Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Raportörlüğü’ne getirilir: “Mardin’den Edirne’ye kadar bütün eski eserler kontrolüm altında. Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Süleymaniye Külliyesi, Emirgan Yalısı, ne varsa restore ettik işte. Rumeli hisarı ve Topkapı Sarayı Harem Dairesi’ni de tabii. Anlayacağın hep iş, hep iş...”
Yaşamöyküsünü anlattığım ‘Hitit Güneşi’ adlı kitabımda böyle özetlemişti, ülkesinin kültür mirasına adanmış koca ömrünü. Tevazu Mualla Hanım’ın hakikatiydi. Ama görkemli bir gerçekliği de vardı. Galata’nın ünlü Doğan Apartmanı’nda Anadolu uygarlıklarının canlı müzesi bir dairede yaşardı. Ak saçlarını gümüş tarakla tutturur, Anadolu motifli uzun giysilerini akik ve firuze takılarla süslerdi.
Kendine özgü bir Cumhuriyet kızıydı. Hem Atatürkçü bir idealist, hem de tasavvuf ehliydi. Hem geleneklerine bağlı hem de ‘haymatlos’ bir Almanla evlenecek kadar moderndi:
“Bu evde Robert’le (Anhegger) mevlit okutur, kandillerde toplanırdık. Adımızı gericiye çıkardılar. Köy Enstitüleri’nin yıldönümlerini kutlardık. Komünist dediler. Her boyaya boyandık yani. Hepsine gülüp geçtik. Sabahattin Abimin dediği gibi, ‘bizden memleketi sevmek, gerisine boş vermek...”
Mualla Eyüboğlu'nun tüm kadınlara örnek olması dileğiyle...