20 Ocak 2016 Çarşamba

LENİN


Kitapları yakıldı..
Kitaplarını okuyan hapise atıldı..
Fikirlerini savunanın hayatı karartıldı.
Onu sevenler işkence gördü, sürüldü, hatta asıldı..
Oysa o şöyle demişti..
“Mustafa Kemal sosyalist değildir. Fakat, görülüyor ki; iyi bir örgütçü,yüksek anlayışlı bir önder..Milli burjuva ihtilalini yönetiyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı.. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Bu nedenle Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor.”
Yıl 1920 idi..
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Lideri Vladimir İliç Lenin'in Türkiye'deki milli mücadele ile ilgili görüşleri bunlardı..
"Emperyalizme karşı savaşta Türk halkına yardım etmeliyiz" demişti..
Dediğini yaptı..
Kısa sürede karşılıksız yardımlar başladı..
10 milyon altın ruble..
40 bin tüfek..
50 bin sandık mermi..
66 top..
150 bin top mermisi..
Ve milyonlarca silah yedek parçası..
Bu, Kurtuluş Savaşı boyunca alınan toplam dış yardımın % 83'üne eşitti..
Türk ordusu, Lenin'in gönderdiği bu silahlarla bir çok cephede düşmana üstünlük sağladı ve savaşı kazandı..
*. *. *
Bugün Taksim meydanındaki cumhuriyet anıtı bu yardımlara bir vefa olarak dikildi..
Heykelde Atatürk ve İnönü'nün arkasında Kızılordu komutanı Mareşal Mihail Vasilyeviç Frunze ile Sovyet Genel Kurmay Başkanı Mareşal Kliment Yefromoviç Voroşilov bu nedenle durmakta...
Atatürk bu iki komünist generalin Taksim Anıtı’nda olmasını özellikle istemişti. Talimatı kendisi vermişti.
Çünkü Mareşal Frunze, Lenin’in özel talimatıyla, olağanüstü elçi sıfatıyla 1921’de Ankara’ya gelmişti ve yanında 1.1 milyon altın ruble getirmişti. Millet Meclisinde konuşma yapmış, Sakarya Cephesini gezmiş ve önerilerde bulunmuştu.
Mareşal Voroşilov ise askeri bilgisiyle Türkiye'nin Kurtuluş Savaşına katkıda bulunmuştu.
Bugün Lenin'in ölüm yıldönümü..
Kitaplarıyla ilgili yasak daha iki yıl önce kalktı..
Ama kendisi ve fikirleri bu topraklarda hala lanetli..
Fikirlerini savunanlar hala vatan haini(!)
Cahillik ve nankörlük babadan oğula geçen genetik bir miras olmamalı..
(Sedat Kaya)
----------------
https://sedatinadresi.wordpress.com/…/lanetlenmis-bir-insa…/

Doğan Özgüden - Koç Holding üzerine bir sosyalist gazetecinin anıları

...Kemalizm'in ve Türk Ordusu'nun "ilerici" olduğuna dair Komintern'in dayattığı tezler, solun tüm kesimleri gibi bizleri de uzun süre etkilemişti. Siyasal iktidarla ve Pentagon'la sıkı ilişkiler içinde olan, onların bir dediğini iki etmeyen komuta kademelerine sürekli en sert eleştirileri getiriyorduk. Bu yüzden genelkurmay başkanı Tural tarafından "vatana ihanet" suçlamasıyla askeri mahkemelere sevkedilmiştim. Ama çoğu halk çocukları arasından çıkmış alt kademedeki subaylara bir türlü aynı gözle bakamıyor, bir kriz anında onların da işçi sınıfıyla, devrimci güçlerle birlikte saf tutacağını umuyorduk.
Ama 27 Mayıs Darbesi'nden sonra kurulan OYAK tuzağı, alt kademe subaylar da, assubaylar da dahil, ordunun tüm personelini giderek halk kitlelerinden uzaklaştırıyor, hakim sınıfların cephesine sürüklüyordu.
Bu tuzağı açığa vurup ordunun "devrimci" güç olduğu yanılgısına artık son vermek gerekiyordu.
5 Ağustos 1969 tarihli Ant'ta ilk çıkışı yaptık.
"Subay Holdingi'ne Doğru" titrini taşıyan kapakta OYAK'ın tüm şirketlerinin ve yabancı sermayeli ortaklarının amblemleri yeralıyordu, orta iki sayfayı kaplayan incelemenin başlığı ise "Ordu kapitalistliğe itiliyor" idi.
Bunu 26 Ağustos 1969 tarihli sayımızda Türkiye'nin en büyük kapitalisti ve yabancı sermaye işbirlikçisi Vehbi Koç'un bu büyük servetini nasıl yaptığını ortaya koyan ve Türkiye'deki tüm iştiraklerini sergileyen bir başka incelememiz izledi. "1 Numaralı Komprador Vehbi Koç" kapaklı sayıda, Koç'la ilişkili olarak, ABD emperyalizmine Türkiye'nin kapılarını açanın CHP iktidarı olduğunu belgeleyen bir yazı dizisini de başlattık.

(...)
Ant'ın 18 Kasım 1969 tarihli sayısını ağırlıklı olarak "Holdingler Savaşı"'na ayırmış, bu bağlamda Koç Imparatorluğu'yla ilgili bir de dosya hazırlamıştık.
Bu sayının yayınlanmasından sonra ilginç bir tepkiyle karşılaştık. Koç Holding'in dış ilişkiler sorumlusu Alaaddin Asna telefon ederek bizimle görüşmek istediğini bildirdi. Alaaddin eski ve başarılı bir gazeteciydi. 
Koç Holding'i konu alan yayınımızı ilgiyle izlediklerini, yazı hazırlanırken kendilerinden daha geniş bilgi istenseydi bunu vermeye hazır olduklarını söyledi, ama lehte ya da aleyhte herhangi bir yorum yapmadı. Birkaç hafta sonra tekrar randevu istedi, Koç Holding olarak tüm büyük gazete ve dergiler gibi, Ant'a da tam sayfa ilan vermek istediklerini söyledi, yayınlayıp yayınlayamayacağımızı sordu. Önerdiği reklam ücreti sayı başına nerdeyse bizim tüm dizgi ve baskı masraflarımızı karşılayabilirdi.
- Alaaddin, dedim, bizi düşündüğünüz için teşekkür ederiz. Ama sen de deneyli bir gazetecisin. Ant'ı da izliyorsunuz. Solcu kitap ilanlarını saymazsan, bizim dergimizde Aspirin reklamı dışında şimdiye kadar pek ticari reklam yayınlanmadı. Hele hele Koç Holding gibi büyük bir sermaye grubunun ilanını yayınlamaya hiç de niyetimiz yok. Ne zaman gerekirse holdingler konusunda açıklamalar yapmaya ve eleştiri yöneltmeye devam edeceğimizi lütfen Vehbi Bey'e ilet...
Alaaddin'in yanıtı dürüst ve netti:
- Yanıtınızın bu olacağını biliyordum, ama görevim gereği öneriyi iletmek zorundaydım. Mücadelenizde başarılar diliyorum...
(...)
Haftalık son sayının hazırlığı 1 Mayıs 1970'te yayınlanacak olan aylık Ant'ın hazırlığıyla aynı günlere denk geliyordu. Bu sayıda Lenin'in 100. doğum yıldönümüne ağırlık verdik, kitap olarak da yine Lenin'in Doğu'da Ulusal Kurtuluş Hareketleri'ni yayınladık.
Matbaadaki çalışmaların uzamasından dolayı, ellerimizdeki mürekkep lekelerini bile doğru dürüst temizleyip elbise değiştirme olanağı dahi bulamadan Sovyet Konsolosluğu'na resepsiyonun başlamasından epey sonra ulaşabildik. 
Salonun giriş kapısının tam karşısındaki duvarın dibine yüzlerce çelenk ve buket yığılmıştı. Ama bu çiçek yığının ortasında tamamen kızıl güllerden yapılmış devasa bir çelenk yükseliyordu. Merakla biraz yaklaşıp da çelengin üzerindeki yazıyı okuyunca hepimiz donup kaldık. Dünyanın ilk komünist devletinin kurucusunun doğumgünü kutlamasına bu kızıl çelengi gönderen Türkiye'nin bir numaralı kapitalisti Vehbi Koç'tu.
Sovyet Büyükelçisi ve eşi gecikerek gelenleri ağırlayabilmek için henüz ana salona geçmemişti. Protokol şefi bizi Ant yöneticileri olarak tanıştırdığında büyükelçi özel ilgi gösterdi. Henüz "real politik"in ne olduğunu pek bilmediğimizden, bir iki nezaket konuşmasından sonra, herhalde biraz da ironik bir ifadeyle sordum:
- Herşey iyi hoş da, Vehbi Koç'un, hem de böylesine bir çelenkle bu gecede işi ne? 
Büyükelçi bir kahkaha attı:
- Lenin olmasaydı, onun kurduğu Sovyetler Birliği yeni Türk Devleti'ne destek vermiş olmasaydı, Vehbi Koç bugünkü Vehbi Koç olabilir miydi?
Haklıydı. Aylardır Koç hakkında yayınladığımız incelemelerden dolayı bu gerçeği bizden daha iyi kimse bilemezdi.
Salonun büyük resepsiyon bölümüne geçtiğimizde ikinci bir şokla karşılaştık. Çoğunluğu işadamlarından ve diplomatlardan oluşan davetlilerin büyük bölümü bol havyarlı büfenin başına üşüşmüş tabaklarını doldurmak için yarışırken, başta Aziz Nesin olmak üzere bir grup sol yazar ve sanatçı bir kenarda kalmış kendi aralarında sohbet ediyordu.
Bizi görünce takıldılar:
- Geç kaldık diye tasalanma. Biz zamanında geldik ama, bu kapitalist duvarını yarıp büfeye ulaşmak mümkün değil.
Büyükelçinin Vehbi Koç'la ilgili espirisini naklettim. Aziz Nesin bastı kahkahayı:
- Adam haklı... Şu et duvarını yarıp yaklaşabilsek herhalde büfenin en başında da yine bu koçbaşı vardır. 
(Doğan Özgüden, "Vatansız" Gazeteci, Cilt I, Sürgün Öncesi, Belge Yayınları, İstanbul, Aralık 2010)

Hiç yorum yok: