31 Aralık 2015 Perşembe

NOEL NE YILBAŞI NE?

NOEL NE YILBAŞI NE?
Yine geldik aynı günlere. Kimi kavramlar, semboller üzerinden kin ve nefret tohumları dökenlere…
Ellerine pankart almış sokağa çıkmışlar; “Müslüman Noel Kutlamaz”
Kim dedi sana ki, Müslüman Noel kutluyor diye?
Müslüman’ın kutladığının Noel değil Yılbaşı olduğunu bilir de bilmezden gelir…
Noel’in kökeninin de Asya, Anadolu'daki adının Nahıl olduğunu, ta İslam, Hıristiyanlık, hatta Musa öncesine, Frigyayılar’a kadar gittiğini görmez; görmek istemez…
Amacı üzüm yemek değil zaten bağcı dövmek…
Bu yıl, başını türbanla bağlamış bacılarımızı da sürdüler sokağa. Onların bir kısmı ki, hele bir de partiye kayıt yaptırınca, ne bilim kalır, ne fen; ne de kültür; her şeyi bilirler. Bıraksalar, açık kalp ameliyatı yapmaya soyunurlar.
Keşke biraz merak etseler, keşke biraz sorgulayıp sonra çıksalar o meydanlara, birilerinin oyuncağı olmaktan kurtulsalar...
Yılbaşı kutlamaları, ilkel toplumlardan bu yana, tüm dünyada mevsimsel bir kuttöre, özel bir ritüel olarak yaşatılmıştır. Kışın yarılanmış olduğunu, günlerin artık uzadığını muştulayan bu ritüelde, yüzlerce yıl öncesinden beri Anadolu’da, Köse, Saya, Arap oyunları düzenlenir, ateşli, kılık değiştirmeli, şölen sofralı şenliklerde ayrı kültürlerin içinde yaşayan tüm halklar birlikte eğlenirdi. Metin And’ın Oyun ve Bügü adlı araştırma kitabından yılbaşından birkaç gün önceye denk düşen günlerde (25-28 Aralık gibi...) yılbaşı kutlamalarının Erzurum köylerini de içermek üzere Anadolu’nun birçok yöresinde yakın zamanlara kadar yapılageldiğini anlamaktayız. Artvin, Posof ve Ardahan köylerinde 31 Aralık gecesi yılbaşı kutlamaları yapıldığına ilişkin derlemeler de vardır (Mehmet Çokal, Artvin’in Madenler Köyünde Yılbaşı Karşılaması; Gülali Aydınoğlu, Poshof’un Yaylaaltı Köyünde Yılbaşı, Türk Folklor Araştırmaları, sayı 127, 1960, anan: P. Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s 285.)
“Kış yarısı”, yılbaşı ya da değişik adlarla kutlanan dönemsel bayram için Anadolu’da değişik tarihler kullanılmaktaydı. Söz gelimi, Divrik’in Çamşıklı köylerinde Kış Yarısı Bayramı 15 Ocak’ta kutlanmaktadır (Feyzullah Çınar’dan alıntılayan Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Anadolu Folkloru, s 284). Yakın tarihlere kadar, 24 Aralık-15 Ocak günleri arasındaki değişik günlerde şenlikler düzenlenirdi.
Tarih konusunda Hıristiyan Batı dünyasında da tam bir birlik yoktur. Katolik ve Protestan kiliseleri İsa’nın doğum günü olarak 25 Aralık’ı kabul ederken Ortodoks Kilisesi için bu tarih 7 Ocak’tır.”
Yeryüzünü çıkar savaşlarıyla kana, ateşe, açlığa, yoksulluğa, karamsarlığa, karanlığa sürükleyen azınlık oligarşileri, bilinç bulanıklıklarını kullanarak, din istismarcısı işbirlikçileri aracılığıyla özellikle de eğitimsiz kitleler içinden saldırgan, kin ve nefret üzerinden siyaset yapan birlikler kurarak insanlığı baskı altında tutmayı başarıyor.
İnsanlık kültürüyse, birbirine elini uzatarak, paylaşarak, oyunla, gülmeceyle, barış, dostluk, kardeşlik, dünyayı başkasının gözüyle görebilme erdemliliğiyle direnmeyi sürdürüyor.
Kutlamayan kutlamasın. Kasvetinde, kahrında kalsın, kendi kendine, herkese ve her şeye sövüp dursun…
Şimdiden, tüm insanlığın yeni yılı kutlu olsun…
21 Aralık 2015, Alper Akçam

23 Aralık 2015 Çarşamba

Devrim Şehidi KUBİLAY



Devrim Şehidi KUBİLAY' A saygıyla ...

KUBİLAY DESTANI
- Kubilay ve iki bekçinin anısına -
23 Aralık 1930'dur,
Gece yeşilimsi,
Dağlar ak,
Bir altın çizgi gibi yerle gök,
Gün doğdu doğacak.
Don yoktur ama donmuştur sanki
Sarı yapraklarla kış kocaman bir yüz
Tarla çizgileri ile bir kilim işte
Menemen ovası dümdüz.
Yalancı Mehdi Derviş Mehmet,
Yürümüş Manisa'dan bir sarı su gibi,
Beş on adamıyla Menemen'e varmak üzere
Yılan uykusu gibi.
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi,
Bir çınar dalı gibi yere.
Sarktı yakasından anasından gelmiş
Mavi çiçek mor çiçek bir çevre.
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir söğüt dalı gibi yere,
Aydınlık aydınlığa yaklaşır iken,
Sonsuzluğa ere ere.
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi,
Bir zeytin dalı gibi yere,
Düştü cebinden bir kitap,
Açıldı göklere…
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyordu. O sırada 24 yaşında. 23 Aralık 1930 günü yürekleri kara, kara eller O'nu şehit etmekle ,ışığını kararttıklarını sandılar....
KUBİLAY:"Vurulduğumu anlayamadım önce.yere düştüğümde siyah cübbeler,sakallı yüzler,kanlı acımasız yüzler gördüm....Canım yanmıyordu ama yüreğimin her hücresi acı çekiyordu.Alkışları duyordum çünkü. Beni değil yobazları alkışlıyordu kalabalık.bu alkışları hiç unutamıyorum .Bana en acı veren o alkışlardı......"
Kurtuluş savaşı kazanılalı yedi yıl olmuştu.Kubilay hem subay hem oğretmen olarak genç cumhuriyetin umut ışığı idi. Karanlık bir gecede aydınlığı düşünüyordu...
KUBİLAY:"Aydınlığı düşünüyordum. Işığın değeri karanlıkta daha iyi anlaşılıyor. Işıklar içinde bir Türkiye düşünüyorum.yolları, evleri, insanların kafası ışık içinde bir Türkiye. Işığın en uzak köylere kadar ulaştığı bir Türkiye...Herkesin okuyup yazdığı, mutlu olduğu bir ülke..."
Kubilay bir devrim şehididir. Atatürk devrimlerinin, Cumhuriyet Devrimlerinin ilk şehidi...Savaşlardan ,hukuksuzluğa,yoksunluktan karşı devrimciliğe, yitirdiğimiz gençlerden ilkidir. Bunu tarihin çarklarını geri çevirmeye , aldanış rüzgarlarını bu topraklarda üfürmeye çalışanlar nereden bilsin. Şimdi yolumuzu Kubilay'lar aydınlatıyor desek yobazı , döneği inanamaz ki. Karanlıkta el yordamıyla yol almak varken ışığını nereden görebilsin...
Kubilay'lar karanlıkta bir ışık olarak yolumuzu aydınlatıyorlar, aydınlatmaya da devam edecekler. Işıktan korkan yarasalar kendi karanlıklarında tarihin çarklarını döndüremiyeceklerdir....
Kubilay ,kanlı, karanlık bir gecenin ilk yıldızıydı. Tek başınaydı. Oysa yıldızlar tek başına ışımazlar. Yalnız değillerdir , binlerce ,yüzbinlerce ,milyonlarcadır..Bazen görünmezler ama oradadırlar…ışık… ışık…
Arzu Sarıyer
KU­Bİ­LAY DES­TA­NI
Ge­cey­di.
Çe­kil­miş­ti or­ta­lık­tan el ayak.
Gök­te ay yal­nız­dı,
Yıl­dız­lar uzak.
Ka­ra göl­ge­ler do­la­şı­yor­du,
So­kak­la­rın­da Me­ne­me­n’­in,
El­le­rin­de bir ye­şil bay­rak.
Baş­la­rın­da,
Der­viş Meh­met de­ni­len,
O kan­lı al­çak.
Bir ye­dek su­bay öğ­ret­men­di Ku­bi­lay,
Yir­mi dör­dün­dey­di an­cak.
Bek­çi­siy­di Cum­hu­ri­ye­tin.
Du­yun­ca ulu­ma­la­rı Ku­bi­lay,
Ko­şup gel­di.
Bek­li­yor­du onu,
Ha­in bir tu­zak.
Di­kil­di bir anıt gi­bi
Yo­baz­la­rın kar­şı­sı­na.
“Du­run!” de­di,
Dur­ma­dı­lar.
Hem kal­leş­ti­ler,
Hem kor­kak.
Sal­dır­dı­lar,
Bı­çak­lar­la üs­tü­ne.
Ne iman var­dı yü­rek­le­rin­de,
Ne mer­ha­met.
Kan­lı sal­ya­lar akı­yor­du ağ­zın­dan,
Çıl­dır­mış­tı Der­viş Meh­met.
Kes­ti bir bağ bı­ça­ğıy­la boy­nu­nu,
Dol­du­rup ka­nı­nı avu­cu­na,
İç­ti vah­şi bir haz­la,
Ka­na ka­na.
Tak­tı­lar kan­lı ba­şı­nı Ku­bi­la­y’­ın,
Bir sı­ğı­rın ucu­na,
Do­laş­tı­lar
So­kak so­kak.
Ezan ses­le­ri yük­se­li­yor­du mi­na­re­ler­den,
Sö­kü­yor­du şa­fak.
Düş­tü­ler top­ra­ğa bir bay­rak gi­bi,
Tes­lim ol­ma­dı­lar ko­lay ko­lay.
Ve şöy­le ya­zıl­dı anıt­la­rı­na:
“İ­nan­dı­lar, dö­vüş­tü­ler, öl­dü­ler,
Bek­çi Ha­san, Bek­çi Şev­ki, Ku­bi­lay.”


Öz­bek İN­CE­BAY­RAK­TAR

13 Aralık 2015 Pazar

Erdal Eren kimdir




Erdal Eren kimdir
Eren, 25 Eylül 1964 yılında Şebinkarahisar, Giresun’da dünyaya geldi. Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Eren, yine Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in 30 Ocak 1980’de MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasında yer aldı.
Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde infaz edildi. Eren, yargılandığı 9 ayın ardından 17 yaşındayken yaşı büyütülerek idam edildi.
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
EREN’İN MEKTUBU
13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde idam edilen Erdal Eren’in hücresinde yazdığı ve iç çamaşırında taşıyarak avukatına ulaştırdığı veda mektubu ise şöyle:
"Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.
Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.
Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat açışının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar, oğlunuz Erdal."
Odatv.com

Adım Türkan, soyadım Saylan




TÜRKAN SAYLAN'A   ZÜLFÜ LİVANELİ

Doğu’da bir köy gördüm 

dağların arasında,

öyle mahzun,çaresiz,

kalakalmış.

Çıplak kavakları bile

hüzünlü kalemler gibi

kara saplanmış.

Köyün ortasında bir okul

Ve tezek sobasıyla

ısınmaya çalışan çocuklar.

Bir bıcırık kız,

Yanında bir karamuk oğlan.

Buz gibi elleri 

Ama gözleri ahu, 

gözleri ceylan.

Adın ne dedim kıza 

Dedi: Benim adım Türkan.

Oğlan ekledi: Benimki de Saylan. 

Dedim; 

Dayan yüreğim dayan. 

Madem ki bu çocuklar Türkan 

Madem ki bu çocuklar Saylan

Gelecek onlarındır,

gerisi yalan

Değişir bu düzen

Döner bu devran.

**************

ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ GENEL MERKEZİ VE TÜM ŞUBELERİNDEN


TÜRKAN SAYLAN, ÜLKEMİZE VE İNSANLIĞA BİR ARMAĞANDIR

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN TÜRKAN SAYLAN!



Adım Türkan, soyadım Saylan,

...... Bugün benim doğum günüm. 13 Aralık 1935’te dünyaya geldim. Yaşamım boyunca Cumhuriyet’in temel değerlerine sıkı sıkıya bağlı kaldım. Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlığım, onu tanıdıkça arttı. İlkelerini yürekten benimsedim: Ülkemiz insanının “çağdaş uygarlık” düzeyinin gerektirdiği her şeye sahip olması için bir yurttaş olarak payıma düşeni eksiksiz yerine getirmeye çalıştım. Bunu yaparken sorunlarla karşılaştıkça, Atatürk’ü örnek alarak, onlara çağın ve günün koşullarına uygun özgün çözümler ürettim. 

Adım Türkan, soyadım Saylan,

Şair Nâzım Hikmet’in dediği gibi yaşamı ciddiye aldım. Büyük bir ciddiyetle yaşadım. Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemedim. Gerekti, laboratuvarda sabahladım; gerekti, hastalarımın başında bekledim…

Kızlarımız okusun, kadınlarımız erkeklerle eşit yurttaşlar olarak yaşama katılsın, gençlerimiz özgürce kendini geliştirsin, sanatın her dalının yarattığı güzellikten herkes nasibini alsın istedim. İnsanlar arasında din, dil, etnik köken gibi hiçbir konuda, hiçbir ayrım yapmadım. Bana ihtiyacı olan herkese destek oldum.

Adım Türkan, soyadım Saylan,

Bütün bu saydıklarımı yaparken hiç kimse, beni hiçbir şeye zorlamadı. Ölümden korkmadım, yaşamaktan da… Yaşamım boyunca tek kaygım, yapmaya çalıştığım işlerin yarım kalması oldu.

Evimin aranmasından çok, yol arkadaşlarımın karşılaştığı haksızlıklardan incindim. Çok hasta olduğum halde, sırf bu yüzden, kendimi yaşamaya zorladım.

İnsanları, hayvanları, güneşi, rüzgârı, yağmuru, karı çok sevdim. 

Kısacası dostlar bilimden, sanattan, insandan yana olan ben, gericiliğin, bağnazlığın bütün saldırılarına karşın yoksulluğa ve cehalete karşı, insanlık için insanca direndim.

Yaptıklarımdan onur duyuyorum.

Mutlu yaşadım, mutlu öldüm!

Güzel amaçlı yol arkadaşlarım! Siz beni iyi dinleyin yine de…

Önerim: Benim Mustafa Kemal’i izlediğim gibi, siz de tamamen O’nu ve biraz da beni izleyin

20 Kasım 2015 Cuma

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ TÜRKİYE BİLDİRİSİ Mavisel YENER



20 KASIM 2015
DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ
TÜRKİYE BİLDİRİSİ
Mavisel YENER
Çocuklar Haklarını Öğrenirse, Sevinçler Gecikmez
Çocuklar ile kuşları, gökkuşağının renklerini, çiçeklerin taze kokularını, gülücükleri yan yana koysak…
Yeryüzünde var olduğumuz sürece, çocukları hakça, gerçek barış içinde yaşatmanın sevincini yaşasak…
Korkular, kaygılar, hiç tanışmasa onlarla. “Her çocuk haklarıyla doğar” cümlesini yazsak yüreğimize, belleğimize; andımız yapıp her sabah dillendirsek.
Marşımız yapıp ıslık ıslık yaysak her yana.
Çocuğun haklarına saygılı olmanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu düşünmek, nabzımızın atması kadar doğal olsa.
Bütün bunlar hayal mi? Hayal kurmak “çocuk işi” mi dediniz? Sormak lazım o halde: en son ne zaman tüm yetişkinliğimizi bir yana koyup sadece çocuk olduk? Çocuklarda bizim yitirdiğimiz bir şey var!
Tarihin çarkı dönüp dururken, yirmi birinci yüzyıla gelmişken, çocuklara reva görülen hak bilmezliklere şaşırmıyor olmamız ne tuhaf! Kendini sürekli tehdit altında hisseden, ürken, ezilen, adaletsizlik değirmeninde ufalanan, siyasi çıkarların oyuncağı olan, horlanan, yüreği kırgın çocuklar olduğunu bile bile, başımızı yastığımıza koyduğumuzda, rahat uyuyabiliyor muyuz?
Çocuklar savunmasızdır. Bu nedenle, dünyada en çok sömürülen çocuklarımızdır. Hiçbir şey yapamazlar, sömürüye karşı birleşemez, kanun çıkaramaz, mahkemeye gidemez, saldırılardan kendilerini koruyamazlar. Bugünün çocukları yarınki dünyanın kaderini belirleyeceklerse, hakları çalınmış, sevgisiz bırakılmış bir çocuğun bu kaderi nasıl belirleyeceğini tahmin etmek hiç zor değil. Hakları ailesi ve devlet tarafından korunmuş, hakları öğretilmiş bir çocuk olarak yetişen, gücünü sevgiden alan yetişkinlerin bulunduğu bir dünyanın kaderi nasıl olurdu dersiniz? “Hakları öğretilmiş” diyorum, çünkü çocuklara “çocuk hakları haritası”nı vermek biz yetişkinlerin görevi.
Çocuklar haklarını öğrenirse, sevinçler gecikmez!
Şu anda yeryüzünde insanın aklının alamayacağı kadar çok şiddet, baskı, kıyaslama var ve çocuklar bundan haberdar. Her gün bunları yaşıyor, görüyor, duyuyor, okuyorlar. Böylece şiddetin, baskının, kıyaslamanın doğal, sıradan bir durum olduğu kanısına varıyorlar. İşte tam da bu noktada aile ve devletin sorumluluğu devreye giriyor. Barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik, dayanışma gibi değerleri içselleştirmek öncelikle biz yetişkinlerin ev ödevi olmalı.
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde ailelere çağrım var: Çocuklara başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren örnekler sunalım. Çocuklara saygı duymaya, korkusuz kılmaya, ne dersiniz?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na çağrım var: Çocuk Hakları Kültürü temelinde çocuk politikasını, Çocuğa Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı’nı ve Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu’nu yeniden masaya yatırmaya ne dersiniz?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde TBMM’ye çağrım var: Çocuk Hakları Komisyonu’nun kurulmasına ne dersiniz?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde Millî Eğitim Bakanlığımıza çağrım var: Çocuklarımızın haklarını hatırlayarak, mutlu büyümeleri için okullara çocuk hakları kültürü temeli içeren dersler koymaya ne dersiniz?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde yayın kuruluşlarına çağrım var: Her gün, yıl boyunca, Çocuk Hakları Sözleşmesi maddelerinden birini yayımlamaya hazır mısınız?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde basına çağrım var: BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin maddelerinden biri çocuğun düşüncesini özgürce açıklama hakkına sahip olmasıdır. Çocukların düşüncelerini yazılı, basılı veya çocuğun seçeceği bir biçimde açıklamaları için sayfalarınızda yer ayırır mısınız?
Dünya Çocuk Hakları Günü’nde bu bildiriyi okuyan herkese çağrım var: “Çocuk haklarının korunması ve yaygınlaştırılması için bugün ne yaptım?” sorusunun yanıtını kendinize verir misiniz?
Bilin ki; en çok, boş vermişlik yaralar çocukları… Ve bilin ki, umudu olan insanlar çocukturlar biraz. O nedenle yüreği çocuk olan biri hazırladı bu yılki Dünya Çocuk Hakları Günü Türkiye Bildirisini!

9 Kasım 2015 Pazartesi

ATATÜRK


SAYGI İLE !....
İşte Atatürk için söylenen ve yazılanlar 
Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti’ne nasip oldu. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi?
Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922
**
Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli değişiklik pek seyrek gerçekleşir… Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmıştır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir.
Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933
**
Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.
Athinaik, Atina, 12 Kasım 1938
**
Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, onunla tanışmak konusundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Franklin Roosevelt, A.B.D. Başkanı.
**
Atatürk’ün Türkiye’de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwell,ne de Washington…
Tipos Gazetesi
**
İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırıp bizi de yenince, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O’nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.
Yorgi Pesmazoğlu, Yunan Ekonomi Başkanı, 1938
**
Pek çok devrimciler görüldü . Fakat hiçbiri Atatürk’ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.
Messager D’Athenes, Yunanistan gazetesi, 11 Kasım 1938
**
Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, Yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?
Habib Burgiba, Tunus Devlet Başkanı, 1965 
**
Atatürk’ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için büyük kayıptır.
Eleyyam Gazetesi, Şam 1938
**
Vatanını muhakkak bir parçalanmadan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir askerve siyaset adamı idi. Hayatını milletinin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşta hayata gözlerini kapadı. 
Elifba Gazetesi, Şam 1938
**
Adı Türk milletinin milli kurtuluş savaşında ve Türkiye’nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk’ün ölümü gerek Türkiye için, gerek bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti’nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler zamanımızın bu örneksiz devlet adamının ölümünden dolayı derin bir acı içindedir.
İzvestia Gazetesi, Moskova 1938
**
Atatürk dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O’nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı’ya ders verdiğini nasıl unuturum.
Prenses Aleksandrina, Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi
**
Atatürk başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O’na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır.
Arriba Gazetesi, Portekiz 1938
**
O, Türkiye’yi kurtarmakla bütün dünya uluslarına müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu kanıtladı. Kemal Atatürk’ün ölümüyle müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hint müslümanları bugünkü durumlarına hala razı olacaklar mı?
Muhammed Ali Cinnah Pakistan Cumhurbaşkanı 1954
**
Bizim aslımız rengi solmuş bir kıvılcım iken, O’nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.  
İkbal, Pakistan Milli Şairi
**
Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılapçı olmuştur.
Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963
**
Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir.
An Nahar, Beyrut
**
Yüz yıldan beri Küçük Asya’nın çıkardığı en büyük lider.
The Japan Chronicle
**
Hayatının sonuna kadar milletinin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.
Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı
**
Üstün iradesi, üstün cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri değil, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.
Perrone Di San Martino, İtalyan yazar.
**
Modern Türkye’nin yaratıcısı Kemal Atatürk’ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç’te çok iyi bilinmektedir. Atatürk’ün liderliği altında Türkiye’nin kalkınmasını, fevkalede ileri hamlelerini hayranlıkla izledik. Atatürk’ün tüm alanlarda getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp güçlü ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir.
Erlander, İsveç Başbakanı
**
Osmanlı imparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama (saygıya) sahip olabilmiş hükümdar yoktur.
Necip Fazıl Kısakürek (Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısından)
**
Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal’i mutlaka kıskanırdı.
Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin 1958
**
Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.
National Tidence Gazetesi, Danimarka



28 Eylül 2015 Pazartesi

OKULLAR AÇILDI RIFAT ÖĞRETMENİM YAZDIKLARINI OKUYOR ÇOCUKLAR Ozan OZANOĞLU

OKULLAR AÇILDI RIFAT ÖĞRETMENİM
YAZDIKLARINI OKUYOR ÇOCUKLAR

Ozan OZANOĞLU



“Sınıfın ozanıyım mimli
Hababam sınıfının yazarıyım ünlü.
Kim ne derse desin
Çocuklar için yazdım hep.

İki iş tuttum ömür boyu, köklü
Çocukları okutmaktı ilk işim
İkincisi
Yazdığımı, çocuklara okutmak.”

Rıfat Ilgaz




Çocuklar yeniden sınıflarda.

İnsani değerlere sımsıkı tutunarak bir ömür geçiren Usta’nın kitaplarıyla büyüsün çocuklar.
Büyüyenler Onu okuyarak büyütsünler dünyalarını.

Aslolan işini çocukları okutmak olarak gören.

Yazmak ölümün elinden bir şey kurtarmaktır diyor Andre Gide.
İşte ortada, ne çok şey kurtarmışsın Rıfat Rıfat Öğretmenim..

Fotoğraflarına bakıyorum….
Gözlerindeki merhamete, derinliğe…
Kederinin açıkça duruşuna.
Onurlu yaşamanın bedelini ödemekten duyduğun sevince…
Sıcaklığın hiç boşa gitmedi Öğretmenim…
Ne ilk ne de “son sıcaklığın”…
Hiç boşa gitmedi.
Yalın şiirlerinde çocukları besleyen damarlar var.
Çocukların hayata bakışını insancıl kılacak sözcükler.

Okullar açıldı Rıfat Öğretmenim.
Sınıflar çok değişse de kitabın defterin kokusu eskisi kadar keskin olmasa da, okullar açıldı. Çocuklar koşarak geliyorlar, ışıkları her daim açık sınıflarına.
Umut, anneler babalar için hayati bir düşselliği giyinip salınmaya başlıyor, sokaklarda, okul bahçelerinde.

Tarık Akan, ne güzel anlatmış seni: “Güldüğü zaman güneş dağların arasından doğuyormuş gibi olurdu. Aydınlık saçıyordu o güzel yüzü.”
Çocuklar kitaplarından birini açtığında, iki dağın arasında bir güneş bulurlar her zaman.

Bu yıl, okul çantalarında, el altında dursun hep “Bacaksız”, bu yıl “Küçükçekmece Okyanusu”nu okusunlar, yanına “Cankurtaran Yılmaz’ı katıp”…Sonra “Kumdan Betona” yürüsün tüyden ayaklarıyla “Öksüz Civciv”.

Okullar açıldı Rıfat öğretmenim…
Bir görsen, çocukları… Yine bildiğin gibi hepsi de…
Her tarafta bir cıvıltıdır uçuşuyor yine.
“Fener fener bildiğin Karadeniz kıyısında ya da çok uzaklarda bir kasabada senin gibi aydınlarca bırakılan fenerlerin işaret vermeye devam ettiğini bir görsen...”

Her şeye rağmen, şiddetli rüzgârların önünü kesen, güçlü, saydam ve ince bir toprak var… Bu yüzden sönmüyor ışıldayan çocuklar ve onların çıtalı umutları.

Yazdıkların okunuyor Rıfat Öğretmenim…
Şiirlerin, öykülerin… Bütün yazdıkların…
Çocukların, büyüklerin her birimizin ellerinde birer fenere dönüşerek okunuyor kitapların… Sevgi, kardeşlik, barış ve merhamet adına ne varsa onlarla birlikte okunuyor…
“Rıfat Ilgaz öğretmenimiz, düşündüğü gibi yaşayan, yaşadıklarını dile getiren, bunları yaparken de, yaşarken de  inandığı değerlerin doğruluğuna bağlanmış, bunlardan bir gıdım bile ödün vermeden bedeller ödemiş bir güzel insanımızdır.” Diyor Ali Ekber Ateş.
Bu yüzden okunuyorsun. Okunacaksın.
Senin akıp giden dilinde, sayfa sayfa, sözcük sözcük geziniyor çocuklar.
Senin sularında hepsine birer küçük tekne oluyor cümlelerin…
Taşıyor çocukları evrensel dile.
Hayata dair güzel cümleler kuruyorlar hepsi de.

Verem illetinden yıllarca sanatoryumlarda yatarken de ara vermediğin öğretmenliğin, sürüyor bu gün de, tarlasını.
Bu gün de bırakmış değilsin işini.

Okullar açıldı Rıfat Öğretmenim

“İlk yağışla başladı diriliş
Özsuyla buğulandı dalların ucu
Yaprağa durdu dipten doruğa
Bahçedeki dut ağacı.”

Sen Türkçe’nin güzel insanı…
Dilinin gücünü, acısının büyüklüğünü damıtan Usta.
En güzel öğütlerinden biri değil mi şu dizeler:

annenden öğrendiğinle yetinme
Çocuğum, Türkçeni geliştir.
Dilimiz öylesine güzel ki
Durgun göllerimizce duru
Akarsularımızca coşkulu
Ne var ki çocuğum
Güzellik de bakım ister.

Önce türkülerimizi öğren
Seni büyüten ninnilerimizi belle
Gidenlere yakılan ağıtları
Her sözün en güzeli Türkçemizde.”

Bu dizelerle büyüyor çocukların… Okuyorlar.
Yalansız dolansız, eğilip bükülmeden yaşamayı öğrenmek için okuyorlar
Yüzü apaydın insanların bembeyaz saçlarında tel tel savrulan “Yıldız Karayel”i görmek için.
Süslü püslü işlerin bize yaraşmadığını öğrenmek için.
.
M.Emin Değer’in dediği gibi “ belleği silinen bir toplum olmanın ayıbından kurtulmalıyız” düşüncesiyle… Yazdıklarını okuyor çocuklar.

Eğitim öğretimde birçok yenilik yapılıyor. Senin gibi öğretmenlerin o zamanlar yaptıkları şimdi çok değerli.  Öğrencilerin daha aktif olmasından tut da, kendilerini ifade etme şansının daha fazla verilmesine kadar. Daha sosyalleşmeleri, kendilerine güvenmeleri… Biliyorsun, onlar için iyi olan çok eskiden de buydu. Böylesiydi.

Ama her şeyin öncesinde verilecek olan tek şey var çocuklara:
Birini diğerinden ayırmadan verilecek olan:  Koşulsuz sevgi.

Gideros’un koynunda güneşe türküler söyleyen martılardır çocuklar…
Seslerinin yankısı binyıllar sonrasına uzanıp, başka kıyılara vuracaktır.
Acının kılıktan kılığa bürünüp üstüne geldiği zamanlardan kalma yorgunluğun varsa, dinle yine çocuklarının sesini.
Cide’de, midye kabuklarını ve denizin özenerek keskinliğini aldığı taşları, kucak dolusu toplamış çocuklar, kıyıda, küçük bir ateşin başında şiirlerini okumaktadır.

Böylesi naif bir yapının içinde acılar da içi yanan dağlar olup büyürler… Bunu bilen bilir.
Yine bir fotoğrafın karşımda…
Bunca incitilmiş ama hiç kimseyi incitmemiş vakur bakışlarını görüyorum..

Bu yüzden okuyorlar ve okuyacaklar yazdıklarını.
Yazdıkların ülkemin her yanında karanlığı yok etmek adına büyüdükçe büyüyen ışıklara dönüşüyor.
İnsanca yaşamanın unutulmuş haklılığı ve insanın küçük dünyasının içtenliğiyle.

Çocuklar büyüyecek elbet Rıfat Öğretmenim…
Ve senin kitapların atlarının heybesinde olacak yine.
Ve sürecekler atlarını, ileriye, ışığın yakıcı parıltısına doğru.

Bu yazıyı yazan çocuk/adam seni görmek, sevgi dolu yüzünden, onurlu bakışından selamını almak ve omzunda elinin izini taşıyarak, yazdıklarını okumakla bahtiyardır.


Okullar, diyorum Rıfat Öğretmenim… Çocuklar diyorum…
Beni duyduğunu, onların sesini duyduğunu biliyorum.