19 Aralık 2012 Çarşamba

YENİ YIL KUTLAMALARI ALPER AKÇAM



Noel’den öte, yılbaşı kutlamalarının da bizim kültürümüzde olmadığını, dinimizce bunun günah sayılacağını söyleyen dünya kadar açıklama dinledik, gördük geçtiğimiz zaman dilimi içerisinde.
Çağımıza yakın bir zamanda, ancak 19. Yüzyıl’da moda olan Noel ağacı süslemesine Batı dünyasında ilk kez 1521’de Alcaste’da rastlanır. 24 Ocak’taki Adem ile Havva Yortusu’nda, Güney Almanya’da evlere bir cennet ağacı dikilmesi ve üzerine kutsanmış ekmeği simgeleyen, ince, hamursuz ekmek parçaları asılması da bilinen bir gelenekti zaten. Ancak 16. Yüzyıl’da, bildiğimiz Noel piramidi olarak biçimlenme görülmüş ve bu süsleme sonradan tüm Batı dünyasına yayılmıştır (Yıldız Cıbıroğlu, Adam Sanat dergisi, Kasım 2004, sayı 226, Mumdan Gemiyle Ateşten Denizi Geçmek başlıklı yazı).


Ağaca tapınma, onu mum ve meyveyle süsleme geleneği ise, çok eski tarihlere, pagan (çok tanrılı, animist) toplumlara kadar dayanmaktadır. Anadolu’da da belki binlerce yıldır süregelmekte olan bu gelenek, günümüzde de kimi yörelerde, düğün alaylarında, “nahıl bezeme”yle kendini göstermektedir. Batı kültüründeki Noel sözcüğünün yerine Doğu’da “nahıl”ı bulmaktayız. Nahıl yerine “dodo”, “dudu dudu” ya da benzer sözcükler kullanan yörelerimiz de vardır.


“Frigler döneminde Afyon ve Konya dolaylarında, yılın belli günlerinde, çoğu kez ilkbaharda yapılan dinsel törenlerde alaylar önünde nahıl taşınırdı; bu erkeklik gücünü simgeleyen phallustu. Bu simge bazen çelenk biçimini, bazen de çam dalı görünümünü almıştır.” (Özdemir Nutku, Tarihimizden Kültür Manzaraları, s 70) Özdemir Nutku, Evliya Çelebi’den Osmanlı dönemiyle ilgili bir alıntı yapar:“Süleymaniye minaresi biçimindeki balmumundan, renk renk kâfurilerden ve tellerden, göklere uzanan minareler gibi ışıklı, parlatılmış nahıllar yapılıyor ve her birini iki yüz prangalı tutsak taşıyordu.” (agy, s 70)


Yılbaşı kutlamalarıysa, ilkel toplumlardan bu yana, tüm dünyada mevsimsel bir kuttöre, özel bir ritüel olarak yaşatılmıştır. Kışın yarılanmış olduğunu, günlerin artık uzadığını muştulayan bu ritüelde, Anadolu’da, Köse, Saya, Arap oyunları düzenlenir, ateşli, kılık değiştirmeli, şölen sofralı şenliklerde ayrı kültürlerin içinde yaşayan tüm halklar birlikte eğlenirdi. Metin And’ın Oyun ve Bügü adlı araştırma kitabından, yılbaşından birkaç gün önceye denk düşen günlerde (25-28 Aralık gibi...) yılbaşı kutlamalarının Erzurum köylerini de içermek üzere Anadolu’nun birçok yöresinde yakın zamanlara kadar yapılageldiğini anlamaktayız. Artvin, Posof ve Ardahan köylerinde 31 Aralık gecesi yılbaşı kutlamaları yapıldığına ilişkin derlemeler de vardır (Mehmet Çokal, Artvin’in Madenler Köyünde Yılbaşı Karşılaması; Gülali Aydınoğlu, Poshof’un Yaylaaltı Köyünde Yılbaşı, Türk Folklor Araştırmaları, sayı 127, 1960, alıntılayan: P. Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s 285).


“Kış yarısı”, yılbaşı ya da değişik adlarla kutlanan dönemsel bayram için Anadolu’da değişik tarihler kullanılmaktaydı. Söz gelimi, Divrik’in Çamşıklı köylerinde Kış Yarısı Bayramı 15 Ocak’ta kutlanmaktadır (Feyzullah Çınar’dan alıntılayan P. Naili Boratav, 100 Soruda Anadolu Folkloru, s 284). Yine yakın tarihlere kadar, 24 Aralık-15 Ocak günleri arasındaki değişik günlerde, şenlikler düzenlenirdi. Tarih konusunda Hıristiyan Batı dünyasında da tam bir birlik yoktur. Katolik ve Protestan kiliseleri İsa’nın doğum günü olarak 25 Aralık’ı kabul ederken Ortodoks Kilisesi için bu tarih 7 Ocak’tır.


Macar tarihçi Huizinga, insanlık kültürünün ana kay
nağını, “oyun” olarak tanımlıyor. İnsana yakıştırılan niteliksel adlar içinde “homo sapiens” (düşünen yaratık), “homo faber” (üreten yaratık) gibi adlardan çok Huizinga’nın “homo ludens”i (oynayan yaratık) adlaması yakışır görünüyor. Ünlü halkbilim araştırmacımız Metin And, Oyun ve Bügü adlı yapıtında tüm insanlık kültüründe de aynıları ya da benzerleri bulunan oyunlarımızın kaynak ve yayılımlarıyla ile ilgili ayrıntılı bilgiler veriyor. Gaziantep’te Mangala adıyla, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde de değişik adlarla bilinen oyunun oynandığı ülkeleri şöyle sıralıyor:“Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Hindistan, Maldiv Adaları, Bengladeş, Seylan, Zaire, Malezya, Tayland, Vietnam, Moğolistan, Çin, Endonezya, Filipinler, Habeşistan, Somali, Kenya, Mısır, Moritanya, Senegal, Zambia, Sierra Leone, Liberya, Mali, Guyana, Antiller, Haiti, Zengibar, Sudan, Tanzanya, Uganda, Ruanda, Burundi, Malavi, Rodezya, Güney Afrika, Brezilya, Nijerya, Niger, Togo, Fildişi Sahili, Yukarı Volta, Kamerun, Gabon, Madagaskar, Gine, Ghana, Dahomey vb.” (Metin And, Oyun ve Bügü, s 343-344) 


Kenya, Türkiye ve Kazakistan’da da aynı adla oynanmaktadır bu oyun...
Kavimlerin yer değiştirmesi ile zorunlu veya istemli göçler gibi, yaşanılan sosyal çevre ve içinde bulunulan üretim ilişkileri de benzer bir kültürel yapının farklı toplumlarda aynı anda doğup büyümesine yol açıyor… Anadolu’dan Amerika’ya uzanan yaratıcı imgelem, Kızılderilileri Türk, Türkleri Kızılderili kılmak için kolları sıvıyor! Dil, davranış biçimleri ve diğer kültürel göstergelerin toplumsal iletişimle olan iç içeliği, toplumsal iletişim biçimlerinin maddi yaşamla olan bağlılığı ortaya çıkıyor. “Modern antropolojideki araştırmalar göstermiştir ki, benzer sözlü edebiyat ürünlerinin ille de birbirinden alınmış olması gerekmez. Benzeyen iki fıkranın bir milletten ötekine geçmiş olması zorunlu değildir. Aynı sosyal ve ekonomik gelişme düzeyindeki toplumlar, birbirinden habersizce benzer folklor ürünleri yaratabilirler.” (İlhan Başgöz, Folklor Yazıları, s 141)


Batı dünyası, kendi kültürünü Roma-Yunan kültürüyle, hatta Ana
dolu ve Sümer mitolojisindeki kimi öğelerle bütünleştirip, kendi içinde sürekliliği olan kültürel bir sistem oluşturmuş gibi görünmektedir. Hıristiyan inancındaki İsa’yla ilgili birçok dönemsel tarihle, pagan çağlardan bu yana sürdürülmüş mevsimsel, zamandizgisel ritüeller koşutluk göstermektedir. İsa’nın doğumu kış yarısı kutlamalarına, İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişi Nevruz öncesi ve sonrasına (21 – 25 Mart) denk gelmektedir.
Mitolojik araştırmalara göre Nevruz, Mezopotamya’daki Aşk Tanrıçası İnanna ile Çoban Tanrısı Dumuzi’nin aşkından ortaya çıkmıştı. İnanna, kendisine ihanet eden Dumuzi’yi yeraltına göndermişti. Dumuzi yalnızca bahar aylarının başında yeryüzüne dönüp İnanna ile birleşebiliyordu. İnanna-Dumuzi ilişkisiyle Orta Doğu ve Yakın Asya kültürlerindeki Attis-Kybele, Astarte-Adonis, İsis-Osiris birliktelikleri arasında bir özdeşlik vardır. Bu zaman, yeryüzünün bir enlem kuşağında, soğukların, yoklukların bittiği, bereketin filizlendiği, güneşin ısıtmaya başladığı bahar mevsimini de haber veriyordu. 22 Mart günü kutlanan Nevruz, İran için ulusal bir bayramdır. Ayrıca birçok Asya halkı için de aynı günler baharın geldiğini müjdeleyen şenliklerle kutlanır.


Nevruz günü, Tahtacı Alevilere göre Ali’nin doğum günüdür. Başka Alevi topluluklarında Ali’nin halifeliğinin yıldönümü olarak da kutlanır (Kars). Nevruz’a denk gelen 21-22 Mart günleri, Anadolu’nun değişik yerlerinde de benzer kutlamalar yapılır. Mudurnu’daki “Betnem” törenleri, Ankara yöresindeki “Hasır Küfrü” aynı günlere rastlar. Bu tören Hıristiyan ve Müslümanlar tarafından ortak kutlanırdı. Attis’in yeniden diriliş tarihi sayılan 22 Mart, İsa’nın ölümü 23 Mart, yeniden diriliş 25 Mart tarihleri, Çoban Tanrısı Dumuzi’yle ilintili Nevruz kutlamalarının aynı dönemlere denk gelmesi mitoloji ve ritüeller arasında tüm dünyaya yayılmış bir şenlikçi gelenek olarak anılabilir.


Aynı günler Hıristiyanlar için Paskalya Yortusu’dur; Hıristiyan dünyası için İsa’nın yeniden yaşama dönüşünün, dirilişin kutlandığı günlerdir. Anadolu Müslümanları da eş zamanlı şölenler düzenlemişlerdir. Çocuklar kırmızı boyanmış yumurtaları tokuştururlar... Betnem’de dağlardan toplanan ardıç dalları yakılır, Hasır Küfrü’nde eski hasırlar ateşe verilir... Aynı günler, İran’ın resmi bayramıdır.


Doğu toplumlarındaysa, derebeylik kesintileri nedeniyle bu süreklilik sağlanamamıştır. Her derebeyi, var oluş felsefesi gereği, tarihi de estetiği de kendisiyle birlikte başlatmaya kalkışmıştır.


İslamiyet’in tarihi, kendisinden önceki Cahiliye dönemi ile başlatması, daha önceki Sami-Arap kültürünü ve sanatını yok sayması, kendisinde var olan devrimci niteliğin üzerini tamamen örtememiş olmalıdır. Endülüs imgelem yaratıcılığı, Avrupa Rönesans sanatının temellerinden olan Provans şiirinin en önemli kaynağı olmuştur. “Müslüman İspanya’daki emirlerle büyük beyler, kendilerini sevdiklerinin hizmetkârları, köleleri ilan etmişlerdi. Provans şairi, bu Arap göreneğini benimsedi; cinslerin geleneksel ilişkilerini ters yüz etti, soylu hanıma ‘efendim’ dedi, kendisine de onun hizmetkârı (…) Kadınla erkeğin geleneğin yücelttiği imgelerini altüst etti. Ahlâk anlayışını etkiledi, söz dağarcığına geçti ve dil yoluyla dünyanın görüşünü değiştirdi.” (Ocatavio Paz, Çifte Alev, Aşk ve Erotizm, s 80)


Karl Marks’tan yüzyıllar önce, toplumsal değişimlerin derininde yatan gücün üretim ilişkileri olduğunu görebilmiş İbn-i Haldun da o kültürün içinden doğmuş bir bilgeydi.
    
ALPER AKÇAM 30.Aralık 2011    

Fotoğraf:Arzu Sarıyer                                                                                                                   

Hiç yorum yok: