26 Eylül 2011 Pazartesi

SUÇ ÜRETME MERKEZİ ADNAN BİNYAZAR

ADNAN BİNYAZAR
Suç üretme düzeni

Geçen hafta Yukio Mişima’nın Yaz Ortasında Ölüm adlı öykü kitabından söz edeceğimi duyurmuştum. Kitabın arka kapağında, Mişima’ya “20. yüzyıl edebiyatının yetiştirdiği büyük bir deha” deniyor.

“Dâhi” yazarlığın ölçüsü ne?

Anlatıda kendine özgü bir söylem yaratarak insanlığa gerçeğin aynasını tutmak...

Yaz Ortasında Ölüm’de on bir öykü var. Bunlardan biri “Sirk”. “Sirk”te, özgürlüğü seçen iki gencin en masum ilişkileri suç sayılıp alçakça öldürülüşü anlatılıyor.

Öyküleri okurken Mişima’nın, 25 Kasım 1970 günü canlı yayın yapan kameralar önünde, geleneksel Japon yöntemiyle karnını deşip canına kıyması gözümde canlandı. Şu anda, o gönüllü yok oluşun dehşetini yaşıyorum. Merak eden, aynı günlerde yayımlanan Marguerite Yourcenar’ın Mişima ya da Boşluk Algısı (Can Yayınları) adlı deneme kitabını okursa, bu trajik olaya belki kendince bir neden bulabilir.

Mişima’nın bende özel bir anlamı da var. Öyküleri Japoncadan Türkçeye Çorum İlköğretmen Okulu’ndan öğrencim Neşet Erkin’in oğlu Hüseyin Can Erkin çevirmiş. Algıladığıma göre Mişima’nın söyleminde lirik yönelişler var. Bu lirizmi, Erkin’in, Türkçenin dilsel inceliklerini gözeterek yansıttığını söyleyebilirim.

“Sirk” öyküsüne gelince...

Edebiyat, okuru, çağımızda örneğine çok rastladığımız uydurma olaylar arasına sokup bunaltmaz; anlatı ormanlarından geçirerek onu evrensel insanla yüz yüze getirir. “Sirk”, artalanıyla faili meçhul cinayetlerin, kişiliği alçaltıcı düzenbazlıkların, suç üretme düzeneklerinin işletildiği ahlakdışı ortamlara sokuyor okuru. Yazar, öykünün bilinçlendirici işlevini, çağrışımlarla kurguluyor.

Sirkin patronu, yakın adamı P.’ye istediğini yaptıracak güçte: Alçaklıkta benzeri olmayan P. de, patronun kurallarına uymayan iki sevgiliyi ortadan kaldırmaya hazırdır. Erkeğin gösteri atına azgınlaştırıcı iğne vuruyor. Kızın, üstünde yürüyeceği ipi kayganlaştırmak için, ipte gösteriye ondan önce çıkan erkeğin tabanına yağ sürüyor. Marifetini de şöyle açıklıyor: “Polisi idare ettim. Prens’in tabanına yağ sürdüğümü, Kleita’ya(at) azdırıcı iğne yaptığımı anlamadılar.”

Sözü yazara bırakalım: “Patron, memnuniyetini gizleyemediği buruşuk yüzüyle, P.’nin avucundan taşacak kadar altın parayı boca ediverdi. Boşalan keseyi silkeleyerek, ‘Çok aşağılık bir herifsin. Böylesine müthiş bir iş yapıyorsun ama karşılığında para alarak işin bayağılaşmasına yol açıyorsun,’ dedi. P.’nin yüzünde yılışık bir gülümseme belirdi.”

Anlatılanlar bir öyküde geçiyor ama öylesine içindeyiz ki yapılanların! Öykü boyunca faili meçhul cinayetleri kimlerin işlediğinden çok işletenler geldi gözümün önüne. Olayların karartılıp adaletin kaygan zeminlere çekildiğinin tartışıldığı bir ortamda şu soruları sormadan edemedim:

Aramızda arsızca dolaşarak bu insanlıkdışı eylemleri gerçekleştirenler kimler? Niye izine tozuna ulaşılmaz bunların? Hangi paralarla besleniyor bu yaratıklar? Adaletin gözü önünde işlenen bu cinayetlerin üstünü kim örtüyor?

Bu soruları sıralarken, içten içe de, “21. yüzyılda Platon’un, ‘Her yerde bir tek adalet ilkesi vardır: Güçlünün çıkarı.’ sözü keşke doğru olmasaydı...” diye düşündüm.

Aynı anda iki soru daha geldi aklıma:

“Agorada yargıçlar yerine halk yargılasaydı, yüzyılımızın Sokrates’leri suçlanır mıydı?”

“Bugün bir suç üretme düzeni yaratılmasaydı; Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, daha nice gazeteci, düşünür, komutan... hücrelerde çürütüleceğine işlerinin başında olmaz mıydı?” l

25 Eylül 2011 Cumhuriyet Gazetesi

Hiç yorum yok: